Muson Yağmurları Geliyooor



İnsanlar aramaya çıktıklarında fark ederler ki aslında hayatın anlamı, acı ile özdeştir. Acı çektikçe gözlerdeki örtüler sıra sıra açılır, yola gizlenmiş işaretlerin giz'i kaybolur. Çektiğimiz acıdan da ancak onu hayata dair bir taşa bağladığımızda kurtulabiliriz. Bunu bir kitaptan nasihat almıştım. Benden de burayı okuyanlara olsun.


Gerçekten de ateşin içindeydim. Yemin ederim... Bir şeylerle çok kolay başa çıkarım. Kendime ben de şaşarım. Ama o zamanlar öyle değildi işte. Çarptığım duvarı uzunca bir zaman hiç aşamamıştım. Duvarların varlığından daha yeni haberdar oluyordum. Ben ki düş gücümde ne kadar uzaklara yelken açardım. O dönem düş kurmayı bile beceremez hâle gelmiştim.


Sonra şefkat abidesi bir el uzandı ötelerden. Öyle bir "Şevvalim" deyişi vardı ki kafasına küt diye elma düşmüş de heyecanından çırılçıplak sokağa fırlamış, "Eureka! Eureka!" diye bağıran Arşimet'in heyecanı taşardı içimden. Bu hayattaki en büyük arzularımdan biri de ruh ikizlerimi bulmaktı; rastladığım ilk ruh ikizim cânım öğretmenim oldu. 


Şimdi bu ayaklı merhem şişesi evleniyor. Upuzaklara gidiyor. Artık ne zaman İç Anadolu’ya gitsem, içimdeki mıknatıs beni onun yanına çekecek. Neyse ki gönüller birbirine kenetli. Ne kadar uzaklara giderse gitsin ben hep onun inci kızı olarak kalacağım. İnşallah çok mutlu olsunlar. Öğretmenimi elin oğluna vermek de çok zormuş yahu :') 


Gecenin tekinsiz yollarına, koyu kızıllığına açılırsın. Upuzun bir uykudan karanlığa, geciktiğin yazgına uyanmışsındır. Bakışlarını diktiğin ufuk hayali bir ufuktur, denizden esen rüzgâr bütün gözyaşlarını kurutacak kadar serttir. Hızla çarpar geçmişin kapılarını ardın sıra. Tek başına yürürsün, dipdiri, hafiflemiş, kayan bir yıldız gibi. Her adımda hızlanarak, ardına döküp saçarak eski "sen"leri, resimleri, kabuk bağlamış yaraları, son ve boş cümleleri, "Sıkı dur!" dersin yüreğine, bu yabancı, yol yol, yuvarlak dünyasında insanların, "sıkı dur!" Topukların geçmişteki kaldırımları çınlatır, fazlaca uzun, sessiz gölgen izler seni, taşın sertliği dizlerini acıtır. İnsanla toprak, toprakla gece arasındaki taş... Eteklerinde bir yığın yaprak, merdivenleri ağır ağır çıktın ya, orada, yokuşun başlangıcında durup soluklanırsın. Erguvan ağaçlarının, uykusuz kuzey göğünün altında... Ezbere bildiğin dünya haritasının başında durur gibi: kan kırmızı sınır çizgileri, rengârenk ülkeler, hiçbir gerçek denizin olamayacağı lacivertlikte okyanus... Yıllar önce kanaviçe gibi her gün işlediğin günceni şimdi bir kahve eşliğinde okumaya başladığında işte bunlar olur. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ve bir bitiş çizgisi daha: Elveda Haziran!

Muzaffer İzgü'nün Ruj Renkli Balonu