Kayıtlar

Muson Yağmurları Geliyooor

Resim
İnsanlar aramaya çıktıklarında fark ederler ki aslında hayatın anlamı, acı ile özdeştir. Acı çektikçe gözlerdeki örtüler sıra sıra açılır, yola gizlenmiş işaretlerin giz'i kaybolur. Çektiğimiz acıdan da ancak onu hayata dair bir taşa bağladığımızda kurtulabiliriz. Bunu bir kitaptan nasihat almıştım. Benden de burayı okuyanlara olsun. Gerçekten de ateşin içindeydim. Yemin ederim... Bir şeylerle çok kolay başa çıkarım. Kendime ben de şaşarım. Ama o zamanlar öyle değildi işte. Çarptığım duvarı uzunca bir zaman hiç aşamamıştım. Duvarların varlığından daha yeni haberdar oluyordum. Ben ki düş gücümde ne kadar uzaklara yelken açardım. O dönem düş kurmayı bile beceremez hâle gelmiştim. Sonra şefkat abidesi bir el uzandı ötelerden. Öyle bir "Şevvalim" deyişi vardı ki kafasına küt diye elma düşmüş de heyecanından çırılçıplak sokağa fırlamış, "Eureka! Eureka!" diye bağıran Arşimet'in heyecanı taşardı içimden. Bu hayattaki en büyük arzularımdan biri de ruh ikizlerimi bu

Göğün Elleri Gırtlağımızda...

Kaynayan kazanlara atlama teşebbüsünde bulunmuşuz gibi buğulanıyor gözlerimiz. Göremiyoruz. Elimizde zan kırıntılarından tılsımlı bir kese, çarpık adımlar atıyoruz. Altın renkli güneş ışınları, eprimiş bir duvarın lakaytlığıyla teğet geçiyor göz bebeklerimizi. Kömür renkli yanılgıların tozuna bulanıyor tüm yol. Âh bir de şu sefih su birikintileri. Okyanus sanıyoruz onları. İçinde yüzüyoruz boyuna. Hâlbuki Kutsal Kitap'ta okumuştuk, Adem'den beri ince ince işlenmişti adını dahi telaffuz edemediğimiz o kodlara. İnsanoğlu şerde bile hayırmış gibi diretiyordu. Bulanık ve çamurlu su birikintilerini okyanus sanmamız hep bundan. İşte tam da bu trajikomik genlerimiz yüzünden nilüfer çiçeklerinin üzerinde zıplayan her neşeli kurbağanın, masalın sonu gelince bir prense döneceğini sanıyoruz. " Algı, yanılgı, sancı, kaygı" Şimdi o bulanık su birikintilerinin üzerinden, şehrin her bir yanından göğsüne acılar isabet etmiş Raskolnikov gibi geçiyoruz. Çamura batmaktan alıkoyamadığı

Muzaffer İzgü'nün Ruj Renkli Balonu

Resim
Eğer üzerine ciltler dolusu kitaplar yazılmamış, dakika üstüne dakika istiflenmemiş ve eleştirmen amcalar bir bilim insanı edasıyla bu mesele üstüne zihin yormamış olsalardı; ben, saçlarında en patlak ve parlak tonlarda kırmızı kurdeleler takılmış bir kız çocuğu gibi mızmızlanıp "Sinema, yalnız çocuklar içindir" derdim. Kentlerin çocukları, ola ki sanayileşmeden ve modernleşmenin ilk ayaklarından çok sonra doğmuş iseler kesinlikle yalnız çocuklar oluyorlar. Tabii ki geniş bir kuzen/yeğen skalasına sahip arkadaşları kaidenin dışında tutuyorum. Pencere pervazlarında renk renk çiçeklerin olduğu ve daha ayakkabınızı portmantoya yerleştirirken gizli aile tarifiyle yapılmış kurabiye kokusunun burnunuza çarptığı bir ev hepimize nasip olmuyor ne yazık ki. İşte sinema tam da bu sırada devreye giriyor. Tıpkı Maksim Gorki'nin şuan gerçekten de önemli olmayan ama hayli eski bir tarihte: "Sinirleriniz geriliyor, düşgücünüz sizi alışılmadık, tekdüze, renksiz, sessiz, bambaşka bi

Gündem Girdabında Gül

Beni bu güzel köşeye çeken, yalnızca yazma iştiyakımı değil iyilik ve güzel adına ne varsa fermuarlarını patlatıncaya dek çantamı doldurayım diye beni iten sihirli ellerle yolum kesişti de geldim buraya. Kıyametin kopmak üzere olduğunu da bilsek elimizdeki son fideyi toprağa dikmeliymişiz. Her şey gibi cümlelerin de bir zamanı var tabii ki. Daha önceleri duymuşluğumuzun çok muhtemel olduğu bu kelime dizisini hepimizin tanıdığı bilge bir hanım, hayal dünyamdaki gri ‘corona virüs’ bulutları zihnimi çok üşütüyorken battaniye sıcaklığında mesaj kutuma düşürdü. Sadece o da değil; bizi dünyayla buluşturan aygıtlar şu sıralar üzerine pek eğilmese de sınırlarımızda olanlar da hayal dünyamdaki renkli uçurtmalara suçluluk ateşi yakıyordu. Kıyamet de başka birçok şey gibi çok göreceli. Alemdeki her bir varlığın kendi kıyameti var. Edebiyatçının kıyameti başka şey, sinemacının başka, çok genç bir insanın başka, çok yaşlı bir insanın başka. Bulutların, taşların ve hatta yanardağların kıya

Sismik Çizgiler ve Aidiyet Mülâhazaları

Resim
"Bir insanın kimliği başına buyruk aidiyetlerin birbirine eklenmeleri demek değildir, kimlik bir "yamalı bohça" değildir, gergin bir tuval üzerine çizilen bir desendir; tek bir aidiyete dokunulmaya görsün, sarsılan bütün bir kişilik olacaktır."/Amin Maalouf  Çok çok sevdiğimiz İranlı ressam Hemad Javadzade'nin "Uzakların Efendisi" sergisinden.  Bazı meseleler, insan zihnini zamana hapsederek ve keskinliğinden ödün vermeden meşgul ediyor. Öyle ki; taş yüzeyi damla damla dokunuşlarıyla delip geçebilen aziz su damlaları gibi bir güce sahipler adeta. Ölümün dışında her vaziyetin bir çaresinin olduğu Dünya gezegeninde ben bu delici güce 'yazı'nın çok iyi geldiği düşüncesindeyim. Bu meseleleri yazarken kendi içimizdeki onlarca ses ile münazara hâline bürünürüz. Onlardan bir farkı olmayan biz söyleriz, bizden bir farkı olmayan onlar söylerler. Neticede iş tatlıya bağlanıp zihnin mahzenlerine güzelce paketlenip konur. Başımızı yumuşak yastı

You Drew Stars Around My Scars But Now; Goodbye...

*Yine de bütün saadetler mümkündür'ü savunmaya devam edeceğiz.  Aydan parçalar koparmış, sirke cesaretli kara paltoyu ben çaldım masalların kostüm dolabından. Onunla şehir turu yapacağım. Arayacağım seni kuytu köşe. Âh bu yüzüne katran çalınmış şehir turları! Pahalıdır. İnsanoğlu ile arasında incecikten bir zar. Yanakları alev alev, gönlünde buzul çağı, göz torbalarında küçük göller.  Gece, şuh kahkahalı bir kadın. Ağlanacaklara güler, tersi düz eder. Altı üst eder. Takvimden takvime uçar son model süpürgesiyle. Geçtiği yerlere kırışıklıklar serper, alır götürür kimi hatıralarımızı. Onu yakalayabilene âşk olsun. Bir tek gün ışığı savaşır onunla.  Şehir ışıkları, annemin mücevher kutusu. Öyle parlak ki şehrin semâsı, kör oluyorum yavaşça. Zihnimdeki tüm fotoğraflar, Raskolnikov'un tiksinerek baktığı harabelerin yüzeylerinde bulanıyor.  Sen ise kendini başka bir şehirde unutmuşsun çoktan. Yıldız tozundan en aydınlık paltoları da giysem bulamam artık seni. Ne büyük, ne derin bir y

Eylül'dür, Avucumuza Ne Bıraksa Büyülüdür

Resim
Birazdan buraya yansıyacak cümlelere ilham olmuş Romanian tarzı odadan hepinize selâm!  Böylesine özelleştirilmiş bir isimle bahsettiğim yer aslında benim ders çalıştığım, gün içinde en çok vakit geçirdiğim ve Şevket'i zorla dışarı attığım evin en havadar odası. Kedilerden ve sinir bozucu bir kargadan başka insanı hiçbir şey rahatsız etmiyor. Bana ait dekoratif fikirlerin neticesinde de bayağı minimal ve ferah bir yer oldu. Bütün gün ders çalışmaya çalıştığım için evde çok huzursuz oluyorum. Diğer odaların aksine burada duvarlar üstüme üstüme gelmiyorlar. Romanya, babamın en çok seyahat ettiği ülkelerden biriydi. Dünyada çok az insanın keşfettiği bir sokakçık gibi. Ben çok merak ettiğim için özellikle Romanya olmak üzere dünyayı beraber gezme planlarımız da çocukluğumun karadeliğine sıkıştı, kaldı. Önü boncuklu kıyafetleriyle saçlarını rüzgâra emanet eden Romanyalı kızlar, bu hayallerden ve de kırıklarından bîhaber tabii.  Önceleri kendime dair bir şeyler planlamak ve k